GeriSeyahat Şimdi Datça zamanı; Güneş yakmaz, deniz üşütmez...
MENÜ
  • Yazdır
  • A
    Yazı Tipi
  • Hürriyet Twitter
    • Yazdır
    • A
      Yazı Tipi
Şimdi Datça zamanı; Güneş yakmaz, deniz üşütmez...

Şimdi Datça zamanı; Güneş yakmaz, deniz üşütmez...

Fantastik bir coğrafyayı anımsatan doğası, yel değirmenleri, sahilleri, balrengi taş evleri, zeytin ve badem ağaçlarıyla Datça Yarımadası, hayalle gerçeğin iç içe geçtiği bir dünya vaat ediyor. Bu büyülü buruna daha önce kaç kez gelmiş olursanız olun, bahar aylarında yolunuzu düşürdüğünüzde ona âşık olmanız kaçınılmaz olacak.

Bugünlerde tepeleri, kırları ve köyleri renk renk bahar çiçeklerine kesen Datça Yarımadası, antikçağlardan günümüze uzanan bir işaretparmağını andırıyor. Taptaze kır çiçekleri, arı vızıltıları ve papatyalı tepeler... Mevsimin güzelliklerini yaşamak üzere yolumuzu düşürdüğümüz bu yeryüzü cennetine Eski Datça’dan adım atıyoruz. Güney Ege’de ilkbaharı erkenden yaşayabileceğiniz en iyi adreslerden biri olan Eski Datça’da her şey film karesi gibi... Küçük bir meydanın çevresine serpilmiş balrengi taş evlerin süsü, begonviller ve acemçiçekleri... Şair Can Yücel’in uzun yıllarını geçirdiği köyün çevresi, yürüyüş parkurları açısından çok zengin.

Datça Yarımadası, insana hem Ege’yi hem Akdeniz’i aynı anda gösterir. Yarımada, iki deniz arasındaki mesafenin 800 metreye kadar düştüğü Balıkaşıran Mevkisi’nde Anadolu’dan “ha koptu, ha kopacak” gibidir. Şairlerin Datça’yı Anadolu’nun uzak zürafasına benzetmesi bundandır. İki denizin rüzgârları burada havayı da toprağı da bereketlendirir. Otlar ve çiçekler insanın eczanesi olur. Tarihçi Strabon’un “Tanrı, insanın uzun ömürlü olmasını isterse onu Datça’ya bırakır” sözü boşuna değildir. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) yeryüzündeki 100 önemli bölgeden biri olarak belirlediği Datça, huzurun da sahilidir.

Yazın Datça sahillerini dolduran kalabalıklar, ilkbahar aylarında görülmez. Datça gerçek sakinlerine kalır. Piknik sepetlerini alanlar, kır çiçeklerinin mis gibi tazeliğiyle bezenen tepelere, kırlara çıkarlar. Deniz tutkunu bir kaptan ve yazar olan Oktay Sönmez’in dediği gibi “Datça’da kekik ana kokusu, badem çiçeklerinin güzelliği evlat gibi bellenir”. Burada doğanın şarkısı, denizin ışıltısıyla buluşur. Zeytin, badem, dağ, deniz, yel ve değirmen yan yana gelir.

Emekliliğin tadını çıkaran dev yel değirmeni pervaneleri, asırlarca buğdayı un etmenin gururunu taşır. Datça gerçekten de rüzgârın yuvasıdır. Anadolu’nun çoğu yeri kara, buza keserken Datça’da ilkbaharın en güzel günleri yaşanır. Çok değil, birkaç ay sonra memleketin sahilleri yaz sıcağında kavrulurken Datça püfür püfür eser. Rengârenk kuğuları andıran mavi yolculuk guletleri kıyılarında uçuşur. Çifte limanlı ilçenin kıyıları, tekneler için mavide uyuyan denizkızlarını andırır.

Şimdi Datça zamanı; Güneş yakmaz, deniz üşütmez...

‘Anadolu’nun şakıyan dili’

Datça’dan yola çıkıp Knidos ile taçlanan yarımadanın ucuna doğru yol aldığınızda denizin lacivert rengi, gözbebeklerinizi boyar. Hemen aşağıda Hayıtbükü boylu boyunca uzanır. Kapı komşusu Palamütbükü’nün Datça’ya uzaklığı 25 kilometredir. Gökova ve Hisarönü körfezlerinin sarmaladığı yarımadada her patika dünya güzeli bir koya açılır. Maviyle yeşilin kol kola girdiği koylar, peş peşe sıralanır: Akvaryum, Kızılbük, Kargı, Karaincir, Sarı Liman, Çiftlik, Kurucabük... Datçalıların ‘bük’ dediği tam 52 koy, size güneşin kucağında birer nazar boncuğu gibi sunulur.

Limandaki tekneler, ilkbaharın ilk günlerinden sonbaharın sonuna kadar konuklarını bekler. Bu tekneler, yarımadanın koylarını görmek isteyenleri gezdirir. Günübirlik turlar, genellikle Knidos Antik Kenti’ne kadar uzanır. Halikarnas Balıkçısı yarımadanın ucundaki bu antik şehri, Anadolu’nun şakıyan diline benzetir. Makilerle kaplı tepeler arasında beyaz gövdesini uzatan Deveboynu Feneri ise Knidos’u müjdeler. 2 bin 500 yaşındaki şehir, size adeta dünyanın ucuna vardığınızı hissettirir. Burası, dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’tan ilk astronomi bilginlerinden matematikçi Eudoksos’a kadar birçok bilginin yurdudur. Datça’da tarih denize bakar. Kimleri ağırlamadı ki bu topraklar! Karyalılar, Mikenler, Dorlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar... Yarımada, Reşadiye adını almak için 1909 yılını beklemiştir.

Şifalı Bizans Havuzu

Eski Datça’nın keyfi sürülüp biraz deniz havası almak için limana gidilir. Burada Datça’nın sunduğu sürprizlerden biri de içinde su değirmeni olan Ilıca Gölü’dür. Bizans Havuzu da denen gölün sularının şifalı olduğuna inanılır. Biraz ilerideki Yat Limanı ise minicik koyuyla ilçenin adeta kalbidir. Liman çevresindeki restoranlarda yörenin taptaze balık ve deniz ürünleri Datça’yı gezmeye, görmeye gidenler için bir hediye gibidir. Denize bakan açık hava tiyatrosuysa konser ve gösterilerle şenlenir.

Badem ağaçlarının bezediği yaklaşık 70 kilometre uzunluğundaki Datça Yarımadası’nın köyleriyse başka güzel. Kızlan Köyü’ndeki tarihi yel değirmenleri, bir zamanlar şapel olarak kullanılan Çatal Mağara, Selçuklu döneminden kalma Hızırşah Camisi, Sındı’daki kaya mezarları, Alavara’daki kale ve Reşadiye Camisi görülmeye değer yerlerdendir. Emecik ve Burgaz kalıntılarıysa yörede tarihin izini sürmek isteyenleri bekler. Badem ve zeytin ağaçları kıyılara dek iner. Tarihte pek çok uygarlığa hayat veren bu sihirli ağaçlar, yüzyıllardır iki kokunun arasında kalırlar: Denizin ve kekiğin kokusu...

Dalış için çok uygun kıyılar

Datça Yarımadası badem ağaçlarının bembeyaz çiçekleriyle kaplandığı ilkbahar aylarında zarif bir gelini anımsatıyor. Datça bademi türleri ak, kaba, sıra, diş, yazı ve tüylü gibi isimlerle anılıyor; en makbulüne ‘nurlu’ deniyor.

Türkiye’deki 154 tür yabani orkidenin önemli bir bölümü Datça Yarımadası’nda görülüyor. Renkleri ve görünümleriyle dikkat çeken bazı türlerin yeryüzünde örneği yok.

Sualtı fotoğrafçısı Ali Ethem Keskin, deniz kültürüne meraklı olanları Datça Yarımadası’nın büyülü sualtı dünyasını keşfetmeye çağırıyor. Keskin “30 yıldır Türkiye ve dünyanın bütün önemli yerlerinde tüplü ve serbest dalış yapıyorum. Tarihin en eski batığının bulunduğu Datça, dalış için tam bir cennet. Sualtı el değmemiş ve görüş mesafesi fazla. Kıyılar kayalara yapışık amforalarla dolu. Özellikle Apostol Feneri çevresi çok etkileyici” diyor.

Bugünlerde tepeleri, kırları ve köyleri renk renk bahar çiçeklerine kesen Datça Yarımadası, antikçağlardan günümüze uzanan bir işaretparmağını andırıyor. Taptaze kır çiçekleri, arı vızıltıları ve papatyalı tepeler... Mevsimin güzelliklerini yaşamak üzere yolumuzu düşürdüğümüz bu yeryüzü cennetine Eski Datça’dan adım atıyoruz. Güney Ege’de ilkbaharı erkenden yaşayabileceğiniz en iyi adreslerden biri olan Eski Datça’da her şey film karesi gibi... Küçük bir meydanın çevresine serpilmiş balrengi taş evlerin süsü, begonviller ve acemçiçekleri... Şair Can Yücel’in uzun yıllarını geçirdiği köyün çevresi, yürüyüş parkurları açısından çok zengin.

Datça Yarımadası, insana hem Ege’yi hem Akdeniz’i aynı anda gösterir. Yarımada, iki deniz arasındaki mesafenin 800 metreye kadar düştüğü Balıkaşıran Mevkisi’nde Anadolu’dan “ha koptu, ha kopacak” gibidir. Şairlerin Datça’yı Anadolu’nun uzak zürafasına benzetmesi bundandır. İki denizin rüzgârları burada havayı da toprağı da bereketlendirir. Otlar ve çiçekler insanın eczanesi olur. Tarihçi Strabon’un “Tanrı, insanın uzun ömürlü olmasını isterse onu Datça’ya bırakır” sözü boşuna değildir. Dünya Doğayı Koruma Vakfı’nın (WWF) yeryüzündeki 100 önemli bölgeden biri olarak belirlediği Datça, huzurun da sahilidir.

Yazın Datça sahillerini dolduran kalabalıklar, ilkbahar aylarında görülmez. Datça gerçek sakinlerine kalır. Piknik sepetlerini alanlar, kır çiçeklerinin mis gibi tazeliğiyle bezenen tepelere, kırlara çıkarlar. Deniz tutkunu bir kaptan ve yazar olan Oktay Sönmez’in dediği gibi “Datça’da kekik ana kokusu, badem çiçeklerinin güzelliği evlat gibi bellenir”. Burada doğanın şarkısı, denizin ışıltısıyla buluşur. Zeytin, badem, dağ, deniz, yel ve değirmen yan yana gelir.

Emekliliğin tadını çıkaran dev yel değirmeni pervaneleri, asırlarca buğdayı un etmenin gururunu taşır. Datça gerçekten de rüzgârın yuvasıdır. Anadolu’nun çoğu yeri kara, buza keserken Datça’da ilkbaharın en güzel günleri yaşanır. Çok değil, birkaç ay sonra memleketin sahilleri yaz sıcağında kavrulurken Datça püfür püfür eser. Rengârenk kuğuları andıran mavi yolculuk guletleri kıyılarında uçuşur. Çifte limanlı ilçenin kıyıları, tekneler için mavide uyuyan denizkızlarını andırır.

‘Anadolu’nun şakıyan dili’

Datça’dan yola çıkıp Knidos ile taçlanan yarımadanın ucuna doğru yol aldığınızda denizin lacivert rengi, gözbebeklerinizi boyar. Hemen aşağıda Hayıtbükü boylu boyunca uzanır. Kapı komşusu Palamütbükü’nün Datça’ya uzaklığı 25 kilometredir. Gökova ve Hisarönü körfezlerinin sarmaladığı yarımadada her patika dünya güzeli bir koya açılır. Maviyle yeşilin kol kola girdiği koylar, peş peşe sıralanır: Akvaryum, Kızılbük, Kargı, Karaincir, Sarı Liman, Çiftlik, Kurucabük... Datçalıların ‘bük’ dediği tam 52 koy, size güneşin kucağında birer nazar boncuğu gibi sunulur.

Limandaki tekneler, ilkbaharın ilk günlerinden sonbaharın sonuna kadar konuklarını bekler. Bu tekneler, yarımadanın koylarını görmek isteyenleri gezdirir. Günübirlik turlar, genellikle Knidos Antik Kenti’ne kadar uzanır. Halikarnas Balıkçısı yarımadanın ucundaki bu antik şehri, Anadolu’nun şakıyan diline benzetir. Makilerle kaplı tepeler arasında beyaz gövdesini uzatan Deveboynu Feneri ise Knidos’u müjdeler. 2 bin 500 yaşındaki şehir, size adeta dünyanın ucuna vardığınızı hissettirir. Burası, dünyanın yedi harikasından biri olan İskenderiye Feneri’nin mimarı Sostratos’tan ilk astronomi bilginlerinden matematikçi Eudoksos’a kadar birçok bilginin yurdudur. Datça’da tarih denize bakar. Kimleri ağırlamadı ki bu topraklar! Karyalılar, Mikenler, Dorlar, Persler, Romalılar, Bizanslılar, Osmanlılar... Yarımada, Reşadiye adını almak için 1909 yılını beklemiştir.

Şifalı Bizans Havuzu

Eski Datça’nın keyfi sürülüp biraz deniz havası almak için limana gidilir. Burada Datça’nın sunduğu sürprizlerden biri de içinde su değirmeni olan Ilıca Gölü’dür. Bizans Havuzu da denen gölün sularının şifalı olduğuna inanılır. Biraz ilerideki Yat Limanı ise minicik koyuyla ilçenin adeta kalbidir. Liman çevresindeki restoranlarda yörenin taptaze balık ve deniz ürünleri Datça’yı gezmeye, görmeye gidenler için bir hediye gibidir. Denize bakan açık hava tiyatrosuysa konser ve gösterilerle şenlenir.

Badem ağaçlarının bezediği yaklaşık 70 kilometre uzunluğundaki Datça Yarımadası’nın köyleriyse başka güzel. Kızlan Köyü’ndeki tarihi yel değirmenleri, bir zamanlar şapel olarak kullanılan Çatal Mağara, Selçuklu döneminden kalma Hızırşah Camisi, Sındı’daki kaya mezarları, Alavara’daki kale ve Reşadiye Camisi görülmeye değer yerlerdendir. Emecik ve Burgaz kalıntılarıysa yörede tarihin izini sürmek isteyenleri bekler. Badem ve zeytin ağaçları kıyılara dek iner. Tarihte pek çok uygarlığa hayat veren bu sihirli ağaçlar, yüzyıllardır iki kokunun arasında kalırlar: Denizin ve kekiğin kokusu...

Datça’yı Datçalılar anlattı

‘Buraya bahar erken gelir!’

Şair Can Yücel’in ressam kızı Su Yücel

“Dağ ve denizin muhteşem buluşmasıdır Datça ve resme çok yakışır. Ama Datça, Kocadağ’sız olmaz. Gün ışığı, hızlı değişimleriyle gözlerinizi binbir renkle yıkar. Tepeler bir saat içinde bile farklı tonlara bürünüp insanı şaşırtır. Sonra elbette deniz ve su, yani Akdeniz aklıma gelir. Doğanın ve tarihin görkemi karşısında hırsların anlamsızlaştığı yerdir Datça.

Knidos, insanı bilgeliğinden ibret almaya davet eder. Badem çiçekleri, Datça’yı anlatmaya yetmez. Dağkeçileri, binbir çiçekle bezeli endemik bitki örtüsü, Datça hurması, mis kokulu kekikler, zeytin ağaçları ve rüzgârlı ıssız koyları da saymak gerekir. Datça sadece sarp dağlarla denizi buluşturmaz, geçmişle geleceği de bir araya getirir.

Doğayı özleyenlere muhteşem güzellikler sunar. Mevsimler de hem daha belirgin hem de alabildiğine coşkuludur Datça’da… Yarımadada ilkbahar erkenden başlar. Şubat ayı başlarında badem çiçekleri açtığında tepeler bembeyaz tüllerle süslenmiş gibi olur.”

‘Salyangoz sevenler, yağmurda yollara düşer’

Datçalı yazar Çiğdem Akın

“Yedi göbek Datçalıyım. Doğasının çok güzel olmasının dışında, insanlarının hâlâ birlik içinde gelenek ve göreneklerini unutmamış olması, iyi günde-kötü günde bir araya gelmesi, beni ait olduğum bu topraklara daha da bağlıyor. Doğduğum ve yaşamayı en çok sevdiğim bu yere olan borcumu, geçmişten günümüze ve geleceğe taşımaya çalıştığım ‘Datçalıca’ adlı kitabımla biraz olsun ödemeye çalıştım. Malum Egeli olmak, daha çok otçu olmaktır. Mevsiminde tarlalarda çıkan otları salata yapıp ya da soğanla kavurup yeriz.

Salyangoz sevenler, baharda ilk yağmur yağdığı anda, -salyangozun mührü açılmadan- hemen ellerinde sepetlerle yollara düşerler. Düğünlerde keşkek, baş yemektir. Yarımadanın her yerinde, köy düğünlerinde ortak menü görebilirsiniz. Hıdrellez’de de yaprak sarması, haşlama yumurta ve patates yeriz. Datça’nın en güzel zamanı, bahar aylarıdır. Güneş yakmaz, deniz üşütmez. Tenha olan plajlarda denizin tadı çok güzel çıkar. Ayrıca bahar ayları yarımadada trekking mevsimidir. Buraya gelecek olanlar spor ayakkabılarını unutmasınlar.”

‘Doğanın döngülerine ayak uydurmak...’

Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü sahibi, yazar M. Özgür Mutlu

“12 yıldır Datça’da yaşıyorum. Dönem dönem çağın yıpratıcı, her şeyi değersizleştiren hızından sıyrılıp doğanın döngülerine ayak uydurabilmek her anlamda insana iyi geliyor; geçmişimize ve şimdiye göz atabilme fırsatı veriyor.”

Yemek, alışveriş, mola ve konaklama

Zeytinyağlı ve kekikli kurutulmuş domates, ısırgan otu kavurması, koruk salatası, kapari turşusu, deniz börülcesi, kabak çiçeği dolması ve taze deniz ürünleri, Datça sofralarında denemeniz gereken tatlar.

Narpız, kekik, adaçayı, karabaş, garağan, sepsuyu, elmascık, karpuz… Bu şifalı çayların hangisini alırdınız? Datça kahvelerinde, yörede çok sevilen bu çayları denemek gerekir. Ayrıca Datça Yarımadası’nda onlarca farklı türde kekik türü yetişir. Çok lezzetli ve şifalı çayları yapılır.

El değmemiş vadilere bakan Reşadiye’deki köy kahvehaneleri, en az Eski Datça kahvehaneleri kadar güzeldir. Buralarda amatör bir bakışla ev usulü yapılan kahveler de denemeye değer.

Cumartesileri kurulan Datça pazarı, şenlik alanı gibidir. Bal, badem, zeytinyağı sabunu, nazar boncuğu, altın çiçek, fesleğen, deniz kerevizi, acur, pomelo, çökelek peyniri… Hepsi taze, hepsi lezzetli.

Eski Datça’da bir huzur sığınağı: Zeyt Inn Hotel. Bahçesindeki yüzlerce yıllık zeytin ağaçları bölgenin tarihine ve zeytinin önemine atıfta bulunuyor. Eski Datça Mah, Karani Sok, No: 2
zeytinn.com.tr (0252) 712 25 25.

False
OSZAR »